Muline:
Kurdele nakışının olmazsa olmazı bir başka malzemesi de muline ipidir.
Anchor ve DMC marka mulineler, hem kalite açısından hem de renk çeşitliliği açısından göz dolduruyor.
Ben henüz bu ikisinin arasında ki farkı anlayabilmiş değilim.
Tek fark fiyatlarında; biri 75 kuruşa diğeri 65 kuruşa satılıyor.
Hangisinin rengi hoşuma gittiyse onu alıyorum.
Muline, yapacağımızın modelin altyapısını oluşturmakta kullanılıyor.
Özellikle çiçeklerimizin sapları ve bağlantı noktalarını muline yardımıyla gerçekleştiriyoruz.
Yaklaşık 8 metre ve 6 kat olarak piyasaya sunulan iplerin uygulamasını 3 kat olarak yapıyoruz.
Anchor’un sitesini gezdiğimde mulinelerin yaklaşık 460 renk çeşidinin olduğunu gördüm.
Ben çoğunlukla yağ yeşili tonunu severek kullanıyorum.
İp almaya gittiğinizde zaten göreceksiniz; kocaman bir stand muline ipine ayrılmıştır.
Minik minik kutular içinde bir ana rengin bir sürü tonlaması vardır.
Dikkat; aman kendinizi kaybetmeyin ve paniklemeyin renkleri gördüğünüzde.
İnsanın içinden “Acaba bu standı kaç paraya satarlar ki?” sorusu geçiyor:)))
Sim İp:
Ben sim ipi çok sevdiğim için muhakkak çalışmaların da elişi sim makarası da kullanıyorum.
Anchor’un sarı simi vazgeçilmezim oldu.
2.50 ile 3.50 YTL arasında değişiyor fiyatı.
Bir tane aldınız mı doya doya kullanın.
Çabuk bitmiyor.
Hayalet İp:
Bir de kurdele nakışında kullanılan hayalet ip var ki, akıllara ziyan:)))
Bildiğimiz misinanın incecik hali.
Çalışmalarımızı sabitlemek amacıyla kullanılıyor.
Ben kendileriyle yeni tanıştım, en kısa sürede sizin de tanışmanızı isterim.
Sadece nakış için değil, her türlü iplik gerektiren yerde gönül rahatlığıyla kullanabilirsiniz.
Mesela bir çok hanımın kabusu olan paça kıvırma olayında kendisi Oscar’lık bir oyuncu gibi.
İstediğiniz kadar kumaşın yüzüne çıkartın hiçbir şey belli olmuyor.
Yada düğme dikerken kullanın.
Kumaşın rengine uygun ip bulamadınız mı hemen hayalete sığının, sizi yüzüstü bırakmayacaktır:)))
Kasnak:
Kurdele nakışının en can alıcı noktalarından birisi de kasnaktır.
El nakışı kasnağı gerektiriyor bu çalışma.
Orta boy ve lütfen vidasız kasnak sahibi olun.
Piyasada genellikle vidalı kasnak satılıyor.
Ancak bu kasnak hem kumaşa zarar veriyor hem de belli bir süre sonra vidası tutmuyor ve yenisini almak zorunda kalıyorsunuz.
Diğerleri:
Son olarak elbette ki makas, mezura, örnek bezi, sarı kopya kağıdı, çizim kalemi, silgi, kalemtraş, parşomen kağıdı da çantanızda bulunması gereken materyaller.
Bir sonra ki dersimizde yavaş yavaş model uygulamasına geçelim artık değil mi:)
2 Eylül 2008 Salı
Kurdele Nakışında Kullanılan Malzemeler-1
Kurdele:
Adı üstünde illaki kurdele:)))
Ama öyle her kurdele değil.
Piyasada iki çeşit nakış kurdelesi vardır; İpek ve organize…
Benim tercihim ipek kurdeleler.
Çünkü organize kurdelenin bozulması çok kolay oluyor. O ilk alındığında ki zerafeti, iğneye takıldığı anda kayboluyor. Kıvrılıyor, bükülüyor, lifleri ayrılıyor vs vs… O yüzden benim gibi sabır denilen özellikten pek nasibini almamış biriyseniz ipek kurdeleyle çalışın.
Ama tabi ki her ipek kurdeleyi almayın.
Piyasada çok sayıda çin malı kurdeleler var.
Ancak bunlar çok ince ve cansız duruyor.
Ucuz diye cazip gelebilir fakat 2 mt ile işiniz görülecekken bu kurdeleden 4-5 mt almak zorunda kalıyorsunuz ve astarı yüzünden pahalıya çıkıyor.
Benim tavsiyem Majestik Marka kurdele almanız.
Emin olun çok daha kaliteli ve yaptığınız işi layıkıyla gösterir.
Kurdeleler 4-7-13 ve 25 mm’lik genişliklerde satılıyor.
Yapraklar için genellikle 4 mm’likler, Küçük goncalar için 7 mm’likler ve güller için de 13 ve 25 mm’likler kullanılıyor.
Nakış çantanızda bulunması gereken vazgeçilmez iki renk var; Yapraklar için 4 mm’lik yağ yeşili (ki her ton çiçeğe oldukça yakışıyor) ve tomurcuklar için yine 4 mm’lik sarı kurdele…
Yapacağınız modele uygun olarak da çiçekleri oluşturmak için 13 mm’lik kurdeleler.
İlk başlayanlar için kurdelede renk seçimi de büyük önem taşıyor.
Ben gidip anlamsız renklerden bir sürü almışım.
Hiç birini kullanamıyorum.
Kurdele almaya çıkmadan önce, yapacağınız çalışmayı nerede kullanacağınıza karar vermeniz gerekir.
Diyelim ki salonda kullanacaksınız ve koltuklarınız leylak rengi, siz tutup da kırmızı güller yaparsanız hoş durmaz. Eflatun ve tonlamaları daha şık olacaktır.
Ya da gülkurusu ağırlıktaysa, gülkurusunun tonlarını seçmelisiniz.
Tonlama tabiri genellikle koyu-orta-açık kavramları için kullanılıyor.
Tabi ki illa da üç renk kullanacaksınız diye bir kural yok.
İlk başta iki renkten başlayıp daha sonra kendinizi aşıp beş renge kadar çıkabilirsiniz:)))
Ama ben mümkün olduğunca pastel tonlarını tercih etmeye dikkat edin derim.
Fikir vermesi açısından aşağıda ki resimde pembe ve tonlarını bir araya getirdim.
Kurdele İğnesi:
Bu nakış için özel iğneler satılıyor. Bir paketin içinden dört adet iğne çıkıyor. Needles marka iğne almanızı öneririm.
Ayrıca dikiş iğnesi ve toplu iğne de sıklıkla kullanılıyor. Toplu iğnenin boncuklu olmasına dikkat etmenizde fayda var. Çünkü bildiğimiz standart çelik iğneler diğerlerine nazaran daha kalın olduğu için hem kullanımı zor hem de kumaşı zedeliyor.
Adı üstünde illaki kurdele:)))
Ama öyle her kurdele değil.
Piyasada iki çeşit nakış kurdelesi vardır; İpek ve organize…
Benim tercihim ipek kurdeleler.
Çünkü organize kurdelenin bozulması çok kolay oluyor. O ilk alındığında ki zerafeti, iğneye takıldığı anda kayboluyor. Kıvrılıyor, bükülüyor, lifleri ayrılıyor vs vs… O yüzden benim gibi sabır denilen özellikten pek nasibini almamış biriyseniz ipek kurdeleyle çalışın.
Ama tabi ki her ipek kurdeleyi almayın.
Piyasada çok sayıda çin malı kurdeleler var.
Ancak bunlar çok ince ve cansız duruyor.
Ucuz diye cazip gelebilir fakat 2 mt ile işiniz görülecekken bu kurdeleden 4-5 mt almak zorunda kalıyorsunuz ve astarı yüzünden pahalıya çıkıyor.
Benim tavsiyem Majestik Marka kurdele almanız.
Emin olun çok daha kaliteli ve yaptığınız işi layıkıyla gösterir.
Kurdeleler 4-7-13 ve 25 mm’lik genişliklerde satılıyor.
Yapraklar için genellikle 4 mm’likler, Küçük goncalar için 7 mm’likler ve güller için de 13 ve 25 mm’likler kullanılıyor.
Nakış çantanızda bulunması gereken vazgeçilmez iki renk var; Yapraklar için 4 mm’lik yağ yeşili (ki her ton çiçeğe oldukça yakışıyor) ve tomurcuklar için yine 4 mm’lik sarı kurdele…
Yapacağınız modele uygun olarak da çiçekleri oluşturmak için 13 mm’lik kurdeleler.
İlk başlayanlar için kurdelede renk seçimi de büyük önem taşıyor.
Ben gidip anlamsız renklerden bir sürü almışım.
Hiç birini kullanamıyorum.
Kurdele almaya çıkmadan önce, yapacağınız çalışmayı nerede kullanacağınıza karar vermeniz gerekir.
Diyelim ki salonda kullanacaksınız ve koltuklarınız leylak rengi, siz tutup da kırmızı güller yaparsanız hoş durmaz. Eflatun ve tonlamaları daha şık olacaktır.
Ya da gülkurusu ağırlıktaysa, gülkurusunun tonlarını seçmelisiniz.
Tonlama tabiri genellikle koyu-orta-açık kavramları için kullanılıyor.
Tabi ki illa da üç renk kullanacaksınız diye bir kural yok.
İlk başta iki renkten başlayıp daha sonra kendinizi aşıp beş renge kadar çıkabilirsiniz:)))
Ama ben mümkün olduğunca pastel tonlarını tercih etmeye dikkat edin derim.
Fikir vermesi açısından aşağıda ki resimde pembe ve tonlarını bir araya getirdim.
Kurdele İğnesi:
Bu nakış için özel iğneler satılıyor. Bir paketin içinden dört adet iğne çıkıyor. Needles marka iğne almanızı öneririm.
Ayrıca dikiş iğnesi ve toplu iğne de sıklıkla kullanılıyor. Toplu iğnenin boncuklu olmasına dikkat etmenizde fayda var. Çünkü bildiğimiz standart çelik iğneler diğerlerine nazaran daha kalın olduğu için hem kullanımı zor hem de kumaşı zedeliyor.
Bir Çok Site Tarafından Çalınan İşlemem
Evet, bu başlığı özellikle attım.
Diğer adresimde ilk başlarda fotoğrafların üzerine isim yazma gereğini duymuyordum.
Ancak internette dolaşırken benim yaptığım çalışmaları kendisi yapmış gibi yayınlayan insanları gördükçe dayanamadım artık.
Okurdum da nasıl bir duygu olduğunu anlamazdım.
Fikir hırsızlığı, emek hırsızlığı diye...
Kesinlikle ve kesinlikle iğrençmiş.
Bir anlamda tecavüze uğranmış gibi hissediyor kendini.
Berbat...
Bakın görün, bunu ben yaptım.
Modelinden işlemesine kadar tamamıyle bana ait bir çalışma.
Ben bu deseni çıkartacağım diye gece yarılarına kadar uykusuz kaldım.
Renkleri bir araya getirip, uyumu yakalayacağım diye kaç defa söküp yeniden yaptım.
Benim adımı zikretmeden sayfalarına koyan herkesi kınıyorum ve HIRSIZ diyorum...
Diğer adresimde ilk başlarda fotoğrafların üzerine isim yazma gereğini duymuyordum.
Ancak internette dolaşırken benim yaptığım çalışmaları kendisi yapmış gibi yayınlayan insanları gördükçe dayanamadım artık.
Okurdum da nasıl bir duygu olduğunu anlamazdım.
Fikir hırsızlığı, emek hırsızlığı diye...
Kesinlikle ve kesinlikle iğrençmiş.
Bir anlamda tecavüze uğranmış gibi hissediyor kendini.
Berbat...
Bakın görün, bunu ben yaptım.
Modelinden işlemesine kadar tamamıyle bana ait bir çalışma.
Ben bu deseni çıkartacağım diye gece yarılarına kadar uykusuz kaldım.
Renkleri bir araya getirip, uyumu yakalayacağım diye kaç defa söküp yeniden yaptım.
Benim adımı zikretmeden sayfalarına koyan herkesi kınıyorum ve HIRSIZ diyorum...
Kurdele Nakışı Şömentable
Bir tane yaptım bıraktım sandınız dimi…
Yanıldınız.
Bu arada bir de şu aşağıda görmüş olduğunuz örtüyü hazırladım.
Sadece kenar baskısı kaldı.
Onu da hallettim mi, oldu da bitti maşallah, nazar değmez inşallah olacak:)))
Ayy ben çok marifetliyim çoookkkk…
Bu arada boşuna dememişler, “Gençler düşünebilse, yaşlılar yapabilse” diye…
Çok severim bu lafı.
Çok yanlış bir meslek seçmişim kendime.
Aslında benim gidip Halk Eğitim Merkezlerinde el sanatları öğretmeni olmam gerekiyormuş.
Lay lay lomm, güle oynaya el işi yapmalıymışım ben.
Şimdi istediğim kadar ahlayıp oflayım, geriye dönüş yok.
Ahhh, ahhh… Şu eğitim sisteminin bir gün düzelip, insanların mutlu olacakları meslekler doğrultusunda eğitim alabileceği günleri görebilecek miyim acaba?
Tamam tamam, sorunun cevabını biliyorum, ama ne yapacaksın, umut dünyası işte…
Yanıldınız.
Bu arada bir de şu aşağıda görmüş olduğunuz örtüyü hazırladım.
Sadece kenar baskısı kaldı.
Onu da hallettim mi, oldu da bitti maşallah, nazar değmez inşallah olacak:)))
Ayy ben çok marifetliyim çoookkkk…
Bu arada boşuna dememişler, “Gençler düşünebilse, yaşlılar yapabilse” diye…
Çok severim bu lafı.
Çok yanlış bir meslek seçmişim kendime.
Aslında benim gidip Halk Eğitim Merkezlerinde el sanatları öğretmeni olmam gerekiyormuş.
Lay lay lomm, güle oynaya el işi yapmalıymışım ben.
Şimdi istediğim kadar ahlayıp oflayım, geriye dönüş yok.
Ahhh, ahhh… Şu eğitim sisteminin bir gün düzelip, insanların mutlu olacakları meslekler doğrultusunda eğitim alabileceği günleri görebilecek miyim acaba?
Tamam tamam, sorunun cevabını biliyorum, ama ne yapacaksın, umut dünyası işte…
Kurdele Nakışı Salon Takımı
Buraya kadarmış dayanamadım…
Bilenler bilir: El İşi yapmaktan çok hoşlanıyorum, müthiş keyif alıyorum.
Son takıntım Kurdela Nakışı oldu.
Ufaktan başladım bir şeyler yapmaya.
Kaç zamandır sizlere yaptıklarımı göstermek istiyorum ama başarılı fotoğrafla çekemeyince sayfaya eklemenin de bir anlamı olmadığını düşündüm.
Ancak içim içimi yedi bitirdi.
En sonunda dayanamadım, “Bana ne, bana ne” diyerek Allah ne verdiyse beğeninize sundum…
Bakınnnn bunu bennnn yaptımmmmmmmm…
Şimdi Kurdela Nakışı temelde “İğne Ardı” tekniğine dayanıyor.
İğne ardını yaptın mı iş bitmiş demektir.
Ondan sonrası eğlenceli kısmı.
Evir çevir, bük, dolandır, lay lay lomm şeklinde oyna dur.
En güzeli de kimse size karışmıyor.
Belli başlı teknikleri bildikten sonra gerisi tamamiyle sizin keyfinize kalmış bir olay.
Büyük bir gönül rahatlığı ve pişkinliği ile, tıpkı İ. Melih Gökçek gibi “Ben yaptım oldu” diyebilirsiniz.
Kimsenin de gıkı çıkmaz.
Yukarıda ki modeli Süheyla’nın çeyizine yaptım:))))
Eeee, hep anneler kızlarına mı yapacak, biraz da kızlar anneleri için bir şey yapmalı dimi.
Güzel güzel evine sersin, mutlu olsun istedim.
Ancak söylemesi ayıp o kadar güzel yapmışım ki, “Ben bunu gündeliğe kullanmam, bayramlarda seyranlarda sererim, sen bana yenisini yap” demez mi…
Ben bu mantığı anlamadım, anlamıyorum ama artık kafa da yormuyorum.
Çok yoruyor beni çoookkkk:))))
Yani evin kocaman misafir odası sürekli kapalı tutulur da, küçücük odalarda alt alta üst üste oturulur ya… Neymiş efendim orası misafir gelince açılacakmış ya… Misafir de ayda yılda bir gelir zaten, mesela bayramlarda…
Aman neyse… Kafamız basmadığı bir konu bu…
Şimdi hanımefendiye yeni bir tane daha yapacağız.
Umarım bunu kullanır.
Bu arada aklıma geldi.
Çok alakasız ama çok entresan…
Ben duaların gücüne çok inanan bir insanım.
Ancak ezberim kuvvetli olmadığı için çantamda küçük bir dua kitabı vardır.
İçim daraldığı zaman okurum ferahlarım.
Çok güzel bir kitabım vardı ama bir şekilde sır oldu (!) uçtu (!) gitti.
Kuzenim Buğra bana yenisini aldı.
Kitapta bir çok duanın yanı sıra şöyle bir dua var ki evlere şenlik!!!!
Aynen yazıyorum:
Kocası Ölen Kadının Okuyacağı Dua: “Allah’ım! Beni ve onu bağışla. Bana ondan daha hayırlısını nasip eyle.”
Bu nedir böyle yaaaaaaaaa….
Valla ben bunu anlamadım, anlayan birisi varsa beni de bi zahmet aydınlatsın.
Bak gene sinirlendim.
En iyisi bir çay alayım kendime :)))
Sevgiyle kalın…
Bilenler bilir: El İşi yapmaktan çok hoşlanıyorum, müthiş keyif alıyorum.
Son takıntım Kurdela Nakışı oldu.
Ufaktan başladım bir şeyler yapmaya.
Kaç zamandır sizlere yaptıklarımı göstermek istiyorum ama başarılı fotoğrafla çekemeyince sayfaya eklemenin de bir anlamı olmadığını düşündüm.
Ancak içim içimi yedi bitirdi.
En sonunda dayanamadım, “Bana ne, bana ne” diyerek Allah ne verdiyse beğeninize sundum…
Bakınnnn bunu bennnn yaptımmmmmmmm…
Şimdi Kurdela Nakışı temelde “İğne Ardı” tekniğine dayanıyor.
İğne ardını yaptın mı iş bitmiş demektir.
Ondan sonrası eğlenceli kısmı.
Evir çevir, bük, dolandır, lay lay lomm şeklinde oyna dur.
En güzeli de kimse size karışmıyor.
Belli başlı teknikleri bildikten sonra gerisi tamamiyle sizin keyfinize kalmış bir olay.
Büyük bir gönül rahatlığı ve pişkinliği ile, tıpkı İ. Melih Gökçek gibi “Ben yaptım oldu” diyebilirsiniz.
Kimsenin de gıkı çıkmaz.
Yukarıda ki modeli Süheyla’nın çeyizine yaptım:))))
Eeee, hep anneler kızlarına mı yapacak, biraz da kızlar anneleri için bir şey yapmalı dimi.
Güzel güzel evine sersin, mutlu olsun istedim.
Ancak söylemesi ayıp o kadar güzel yapmışım ki, “Ben bunu gündeliğe kullanmam, bayramlarda seyranlarda sererim, sen bana yenisini yap” demez mi…
Ben bu mantığı anlamadım, anlamıyorum ama artık kafa da yormuyorum.
Çok yoruyor beni çoookkkk:))))
Yani evin kocaman misafir odası sürekli kapalı tutulur da, küçücük odalarda alt alta üst üste oturulur ya… Neymiş efendim orası misafir gelince açılacakmış ya… Misafir de ayda yılda bir gelir zaten, mesela bayramlarda…
Aman neyse… Kafamız basmadığı bir konu bu…
Şimdi hanımefendiye yeni bir tane daha yapacağız.
Umarım bunu kullanır.
Bu arada aklıma geldi.
Çok alakasız ama çok entresan…
Ben duaların gücüne çok inanan bir insanım.
Ancak ezberim kuvvetli olmadığı için çantamda küçük bir dua kitabı vardır.
İçim daraldığı zaman okurum ferahlarım.
Çok güzel bir kitabım vardı ama bir şekilde sır oldu (!) uçtu (!) gitti.
Kuzenim Buğra bana yenisini aldı.
Kitapta bir çok duanın yanı sıra şöyle bir dua var ki evlere şenlik!!!!
Aynen yazıyorum:
Kocası Ölen Kadının Okuyacağı Dua: “Allah’ım! Beni ve onu bağışla. Bana ondan daha hayırlısını nasip eyle.”
Bu nedir böyle yaaaaaaaaa….
Valla ben bunu anlamadım, anlayan birisi varsa beni de bi zahmet aydınlatsın.
Bak gene sinirlendim.
En iyisi bir çay alayım kendime :)))
Sevgiyle kalın…
Şehriye Çorbası
Hastayım hasta, canım ister pasta…
Aman aman, çok kötü fena hasta olmuşum…
Pazartesi günü o Ankara’nın uzun zamandır yaşadığı en büyük soğuk gününde ben 50 dakika otobüs bekleyince şifayı da kapmışım.
Ay bizim bu otobüs vukuatımız bitmedi bitmeyecek de…
Ağız burun bir tarafta bir haftadır dolaşıyorum ortalıkta…
Özellikle patronların odasının önünden geçerken ağzımı falan kapatmadan hapşırıyorum ki, hani mikrop saçmayım diye beni eve göndersinler ama ıhhhhh, nafile…
Kara bahtım kör talihim, işler de öyle bir yoğun ki, nefes alamıyoruz…
Gerçi ben zaten hiç nefes alamıyorum.
Ağzı açık ayran budalası gibi oldum:)))
Şimdi bana ne senin hastalığından diyeceksiniz dimi..
Bana ne… Derseniz diyin.
Anlatıcam iştecik…
Otobüstekiler bile bana geçmiş olsun diyorlarsa siz de diyeceksiniz, bir an önce geçecek.
Gerçi otobüste ki vatandaşların “Geçmiş olsun” dilekleri arasında hafiften bir çıkar sezinliyorum…
Şöyle ki; Selpak’ın “Bulutsu Yumuşaklık” karton mendilleri vardır ya, onunla otobüse binip, kutuya, küçük kız çocukların bebeklerine sıkı sıkı sarılmaları gibi sarılıp ve her iki dakikada bir hapşırıp, burnunu silen birisine çok yaşa demelerinin nedeni, sanırım kendilerine de bu hastalığı bulaştırmamdan korkuyor olmaları olabilir.
(Allahım ne uzun bir cümle oldu…)
Ha tabi bir de zorla etrafımda ki insanlara “Kanzuk” marka pastil vardır ya, onu ikram etmemin de etkisi olmuş olabilir.
Hem görünüşü hem tadı bi tuhaftır ama bence başarılı bir pastildir. En azından şeker oranı oldukça düşük. Diğer pastiller çok şekerli olduğu için beni susatır, su içince de berbat bir tad olur… Iyykkkk….
İşte böyle… Tüm bunlardan dolayı otobüste ki tanıdığım tanımadığım bir sürü kişi bir an önce bu işkenceden kurtulmak için geçmiş olsun diyor olabilir.
Ya da, Dayanılmaz (!) cazibeme kapılıp, benimle konuşmak için bahane üretiyor olabilirler :))))
Hapşırıklı Cazibe…
Selpak’lı Cazibe… (Dikkatinizi çekerim, o kadar kibarım ki, S ile başlayan ve mendil gerektiren diğer şeyi söylemedim, siz de anlamadınız zaten:))))
Neyse asıl konumuza gelelim.
Hasta olunca tabi ki insan şefkat ve ilgi bekliyor. Veeee tabi ki yüce insan Süheyla (kısaca anne), akşam eve gittiğinizde sıcak bir çorba ile bu beklentilerinizi karşılıyor.
Şu aşağıda görmüş olduğunuz çorba, bildiğiniz şehriye çorbalarına benzemez.
İlk önce arpa şehriyeyi yağda hafifçe kavurun. Suyunu koyun ve şehriyelerin haşlanmasını bekleyin. Diğer tarafta 1 Yumurta, 2 çorba kaşığı yoğurt, yarım limon suyu, tuz ve kırmızı biberi bir güzel karıştırıp, bildiğiniz terbiye usulüyle çorbaya ekleyin. Burada can alıcı nokta yoğurt oluyor. Bildiğiniz terbiyeli erişte çorbasının yerine hafiften paça çorbasını hatırlatan bir kıvam çıkıyor ortaya. Ama işin güzel tarafı, bu farklı tada kimse hayır diyemiyor…
Oooo, bu arada bir kutu selpak daha bitirmişim…
Allahım ya, nereden geliyor bu kadar çok bilmem ki…
Nasıl bir üretim anlamadım gitti.
Çok sevgili bilim adamları bu bitmek tükenmek bilmeyen kaynağı neden değerlendirmek için bir şey yapmıyorlar acaba…
Tamam yeterince iğrençleştim ben gidiyorum:))))
Aman aman, çok kötü fena hasta olmuşum…
Pazartesi günü o Ankara’nın uzun zamandır yaşadığı en büyük soğuk gününde ben 50 dakika otobüs bekleyince şifayı da kapmışım.
Ay bizim bu otobüs vukuatımız bitmedi bitmeyecek de…
Ağız burun bir tarafta bir haftadır dolaşıyorum ortalıkta…
Özellikle patronların odasının önünden geçerken ağzımı falan kapatmadan hapşırıyorum ki, hani mikrop saçmayım diye beni eve göndersinler ama ıhhhhh, nafile…
Kara bahtım kör talihim, işler de öyle bir yoğun ki, nefes alamıyoruz…
Gerçi ben zaten hiç nefes alamıyorum.
Ağzı açık ayran budalası gibi oldum:)))
Şimdi bana ne senin hastalığından diyeceksiniz dimi..
Bana ne… Derseniz diyin.
Anlatıcam iştecik…
Otobüstekiler bile bana geçmiş olsun diyorlarsa siz de diyeceksiniz, bir an önce geçecek.
Gerçi otobüste ki vatandaşların “Geçmiş olsun” dilekleri arasında hafiften bir çıkar sezinliyorum…
Şöyle ki; Selpak’ın “Bulutsu Yumuşaklık” karton mendilleri vardır ya, onunla otobüse binip, kutuya, küçük kız çocukların bebeklerine sıkı sıkı sarılmaları gibi sarılıp ve her iki dakikada bir hapşırıp, burnunu silen birisine çok yaşa demelerinin nedeni, sanırım kendilerine de bu hastalığı bulaştırmamdan korkuyor olmaları olabilir.
(Allahım ne uzun bir cümle oldu…)
Ha tabi bir de zorla etrafımda ki insanlara “Kanzuk” marka pastil vardır ya, onu ikram etmemin de etkisi olmuş olabilir.
Hem görünüşü hem tadı bi tuhaftır ama bence başarılı bir pastildir. En azından şeker oranı oldukça düşük. Diğer pastiller çok şekerli olduğu için beni susatır, su içince de berbat bir tad olur… Iyykkkk….
İşte böyle… Tüm bunlardan dolayı otobüste ki tanıdığım tanımadığım bir sürü kişi bir an önce bu işkenceden kurtulmak için geçmiş olsun diyor olabilir.
Ya da, Dayanılmaz (!) cazibeme kapılıp, benimle konuşmak için bahane üretiyor olabilirler :))))
Hapşırıklı Cazibe…
Selpak’lı Cazibe… (Dikkatinizi çekerim, o kadar kibarım ki, S ile başlayan ve mendil gerektiren diğer şeyi söylemedim, siz de anlamadınız zaten:))))
Neyse asıl konumuza gelelim.
Hasta olunca tabi ki insan şefkat ve ilgi bekliyor. Veeee tabi ki yüce insan Süheyla (kısaca anne), akşam eve gittiğinizde sıcak bir çorba ile bu beklentilerinizi karşılıyor.
Şu aşağıda görmüş olduğunuz çorba, bildiğiniz şehriye çorbalarına benzemez.
İlk önce arpa şehriyeyi yağda hafifçe kavurun. Suyunu koyun ve şehriyelerin haşlanmasını bekleyin. Diğer tarafta 1 Yumurta, 2 çorba kaşığı yoğurt, yarım limon suyu, tuz ve kırmızı biberi bir güzel karıştırıp, bildiğiniz terbiye usulüyle çorbaya ekleyin. Burada can alıcı nokta yoğurt oluyor. Bildiğiniz terbiyeli erişte çorbasının yerine hafiften paça çorbasını hatırlatan bir kıvam çıkıyor ortaya. Ama işin güzel tarafı, bu farklı tada kimse hayır diyemiyor…
Oooo, bu arada bir kutu selpak daha bitirmişim…
Allahım ya, nereden geliyor bu kadar çok bilmem ki…
Nasıl bir üretim anlamadım gitti.
Çok sevgili bilim adamları bu bitmek tükenmek bilmeyen kaynağı neden değerlendirmek için bir şey yapmıyorlar acaba…
Tamam yeterince iğrençleştim ben gidiyorum:))))
Burcu Kurabiyesi
Eeee, gelin yaparda görümce durur mu?
Ben bu işi çok sevdim.
Onlar yapsınlar, bana malzeme çıksın:)))
Hazıra mı konuyorum?
Bence Eveettttt…
“Saklı Kent”, “Su Böreği” derken, benim dünyalar güzeli Görümce Burcu’m da daha fazla dayanamayıp nefis mi nefis bir kurabiye yaptı…
Yaşasın kuzen sahibi olmak:)))
Kevgir‘i takip edenler bilir; Bir kurabiye macerası yaşamıştım.
Ondan sonra kurabiyelere karşı farkında olmadan biraz önyargılı davranmaya başlamışım.
Ta ki, Burcumun yaptığı kurabiyelere kadar.
Mutfaktaki başarısını bildiğim için kurabiyenin kötü olmayacağını biliyordum ama beni böyle mahvedebileceğini tahmin etmedim.
Bir çoğumuz tek bir kurabiyeyle yetinmez.
Mutfağa girince en az iki çeşit, tatlı ve tuzlu olmak üzere fırından bir şey çıkartmazsak rahat edemeyiz.
Burcum da çeşit çeşit meşhur “K” lardan oluşan bir tabak hazırlamış ve ikram etti.
Kurabiye hariç hepsini afiyetle sildim süpürdüm.
Sıra geldi kurabiyeye ama kurabiye bana bakıyor, ben kurabiyeye, Burcu ikimize birden…
Allahım yesem bir türlü yemesem bir türlü…
Hani bilindik kurabiye tadıdır diye düşünüyorum, yediğim onca güzel şeyden sonra son noktayı kurabiyeyle koymak istemiyorum.
Ama Burcu’nun gözlü tacizini de ensemde hissediyorum…
Ehh ne yapalım, kaderde varsa diyerek aldım ve attım ağzıma…
Ahandaaa….
Bu, bu, bu nasıl bir şeydir bu…
Ay anlatabilir miyim o tadı acaba sizlere…
Sert ama yumuşak, tatlı ama iç bayıltan cinsinden değil, ağızda köpük gibi dağılan, içinde ki fındıklarla ahenk içinde dans eden… Pudra şekeri ile tarçının nefis uyumu… İnsana zorla bir tane daha, bir tane daha yemeye zorlayan nefis bir kurabiye…
Durur muyum hiç; “Burcu’cuğum (bir şey istemeye hazırlık sesi ve sırnaşıklığı eşliğinde), bunun tarifini versene çok güzel olmuşşşşşş (Burada iyice yavşamış bir tavır)”
Burcu, (biliyordum zaten tavrı içinde, kendinden emin ve hazırlıklı) “yarım su bardağı katı yağ, yarım su bardağı sıvı yağ, 2 yemek kaşığı pudra şekeri, 1 su bardağı iri dövülmüş fındık, 1 paket vanilya ve tabi ki un” (Kurban olurum ben seni verene. Biliyor tabi ki ablasının isteyeceğini hazırlanmış dünya güzelim) “Ayça Ablacığım, bu tariften 70 tane kurabiye çıkıyor.. Tüm malzemeleri bir güzel karıştıracaksın, fındıktan büyük, cevizden küçük toplar yapacaksın. Bu kurabiyenin püf noktası pişirilmesinde. Kesinlikle kurabiyeler sararmayacak ama pişmiş olacak. Başında, gözün fırın camında, huşuu içinde bekleyeceksin. Süresi ne kadar diye sorarsan söyleyemem. O Allah tarafından gelen bir dürtü… Fırına bakarken bakarken birden piştiğini hissedeceksin ve hemen fırından çıkartacaksın… Tecrübe gerekiyor biraz, bilemem sen yapabilir misin:))) (Yok, yok ben bunların hepsini döveceğim. Bam telimi biliyorlar ya, dokundurmadan geçmiyorlar) Sonra ablacığım kurabiyeleri soğumaya bırakacaksın. Öbür tarafta bir çay bardağı pudra şekeri ile bir yemek kaşığı tarçının çukur bir kapta iyice harmanlayıp soğuttuğun kurabiyeleri içine atıp zıplatacaksın! (Buyur????) Yani hoppidi hoppidi yapacaksın…”
:)))) Ya ben diyorum size, bizim sülalenin hepsi birer stand-up şaheseri… Boş yok… İnanın hiç sıkılmazsınız… 7 sinden 70′ine hepsi bi alem:))))
Şaka bir yana gerçekten muhteşem olmuş kurabiyeler. Muhakkak deneyin, ama pişirmesini yapabilir misiniz bilmiyorum:))))))))))
Ben bu işi çok sevdim.
Onlar yapsınlar, bana malzeme çıksın:)))
Hazıra mı konuyorum?
Bence Eveettttt…
“Saklı Kent”, “Su Böreği” derken, benim dünyalar güzeli Görümce Burcu’m da daha fazla dayanamayıp nefis mi nefis bir kurabiye yaptı…
Yaşasın kuzen sahibi olmak:)))
Kevgir‘i takip edenler bilir; Bir kurabiye macerası yaşamıştım.
Ondan sonra kurabiyelere karşı farkında olmadan biraz önyargılı davranmaya başlamışım.
Ta ki, Burcumun yaptığı kurabiyelere kadar.
Mutfaktaki başarısını bildiğim için kurabiyenin kötü olmayacağını biliyordum ama beni böyle mahvedebileceğini tahmin etmedim.
Bir çoğumuz tek bir kurabiyeyle yetinmez.
Mutfağa girince en az iki çeşit, tatlı ve tuzlu olmak üzere fırından bir şey çıkartmazsak rahat edemeyiz.
Burcum da çeşit çeşit meşhur “K” lardan oluşan bir tabak hazırlamış ve ikram etti.
Kurabiye hariç hepsini afiyetle sildim süpürdüm.
Sıra geldi kurabiyeye ama kurabiye bana bakıyor, ben kurabiyeye, Burcu ikimize birden…
Allahım yesem bir türlü yemesem bir türlü…
Hani bilindik kurabiye tadıdır diye düşünüyorum, yediğim onca güzel şeyden sonra son noktayı kurabiyeyle koymak istemiyorum.
Ama Burcu’nun gözlü tacizini de ensemde hissediyorum…
Ehh ne yapalım, kaderde varsa diyerek aldım ve attım ağzıma…
Ahandaaa….
Bu, bu, bu nasıl bir şeydir bu…
Ay anlatabilir miyim o tadı acaba sizlere…
Sert ama yumuşak, tatlı ama iç bayıltan cinsinden değil, ağızda köpük gibi dağılan, içinde ki fındıklarla ahenk içinde dans eden… Pudra şekeri ile tarçının nefis uyumu… İnsana zorla bir tane daha, bir tane daha yemeye zorlayan nefis bir kurabiye…
Durur muyum hiç; “Burcu’cuğum (bir şey istemeye hazırlık sesi ve sırnaşıklığı eşliğinde), bunun tarifini versene çok güzel olmuşşşşşş (Burada iyice yavşamış bir tavır)”
Burcu, (biliyordum zaten tavrı içinde, kendinden emin ve hazırlıklı) “yarım su bardağı katı yağ, yarım su bardağı sıvı yağ, 2 yemek kaşığı pudra şekeri, 1 su bardağı iri dövülmüş fındık, 1 paket vanilya ve tabi ki un” (Kurban olurum ben seni verene. Biliyor tabi ki ablasının isteyeceğini hazırlanmış dünya güzelim) “Ayça Ablacığım, bu tariften 70 tane kurabiye çıkıyor.. Tüm malzemeleri bir güzel karıştıracaksın, fındıktan büyük, cevizden küçük toplar yapacaksın. Bu kurabiyenin püf noktası pişirilmesinde. Kesinlikle kurabiyeler sararmayacak ama pişmiş olacak. Başında, gözün fırın camında, huşuu içinde bekleyeceksin. Süresi ne kadar diye sorarsan söyleyemem. O Allah tarafından gelen bir dürtü… Fırına bakarken bakarken birden piştiğini hissedeceksin ve hemen fırından çıkartacaksın… Tecrübe gerekiyor biraz, bilemem sen yapabilir misin:))) (Yok, yok ben bunların hepsini döveceğim. Bam telimi biliyorlar ya, dokundurmadan geçmiyorlar) Sonra ablacığım kurabiyeleri soğumaya bırakacaksın. Öbür tarafta bir çay bardağı pudra şekeri ile bir yemek kaşığı tarçının çukur bir kapta iyice harmanlayıp soğuttuğun kurabiyeleri içine atıp zıplatacaksın! (Buyur????) Yani hoppidi hoppidi yapacaksın…”
:)))) Ya ben diyorum size, bizim sülalenin hepsi birer stand-up şaheseri… Boş yok… İnanın hiç sıkılmazsınız… 7 sinden 70′ine hepsi bi alem:))))
Şaka bir yana gerçekten muhteşem olmuş kurabiyeler. Muhakkak deneyin, ama pişirmesini yapabilir misiniz bilmiyorum:))))))))))
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)