Aslında gözlemeyi bilmeyenimiz yoktur.
Muhakkak her evde yapılır.
En kötü ihtimalle yufkadan bile yalan dolan bir gözleme yapılıp nefis köreltilir.
Ancak ben size çok özel bir gözleme tarifi vereceğim.
Gözlememizin adı: Etli Gözleme…
Annemin memleketi olan, Ankara’nın Çamlıdere yöresine ait bir tariftir bu.
“Etli Gözleme”, yöresel özelliğini, içine konulan ottan almaktadır.
Un, maya, su ve tuz ile hamur yoğurulur.
İç olarak; kıyma, soğan, yağ, tuz ve Çamlıdere ağzıyla “Güye Otu” yani Soğan Otu kavrularak hazırlanır.
Şimdi ben bu kadar kendimden emin bir şekilde yazdım ya, siz benim bu işte usta olduğumu sanıyorsunuz değil mi?
Yanılıyorsunuz…
Yemek yapmak, hele ki gözleme yapmak kiimmm, ben kimmm…
Ama taktım ya bir kere, ben yapacağım.
Buyrun gözleme macerasına;
Ayça: “Anneciğim (Bir şey isteneceği zaman muhakkak söze bu şekilde başlanır) sen tarif etsen de ben gözleme yapsam, çok canım çekti”
Anne: “Yapamazsın”
Ayça : “Ya, bi deneyim ne olacak ki sanki, zaten sen bana bir şey öğretmiyorsun. Beni kınamazlar ki seni kınarlar, anası yatmış, kızına bir şey öğretmemiş. Yarın bir gün el içine çıktığımda kimbilir neler derler, vıdı vıdı vıdı vıdı”
Anne : “Ayyy, tamam kes, üç kuruş ver konuşsun beş kuruş ver susmasın. Kalk yap”
1-0 ben öndeyim:)))
Ayça : “Peki şimdi hamurunu nasıl yoğuracağız”
Anne: “Biraz un koy, biraz su koy, orada biraz toz maya vardı biraz onsan koy biraz da tuz koy, güzelce yoğur”
Ayça : “Oldu anacığım. Yani senin şu tariflerine de bayılıyorum. Biraz ın ölçüsü nedir, ben ne anlarım”
Anne: “Marifet onu anlayıp, yapmaktadır. Ben söyledikten sonra bir önemi kalmaz. Öyle bardakla, kaşıkla yemek yapılmaz. Kadın dediğinin ölçüsü gözündedir”
Yürüüü be annem kim tutar seniiiiiiiiiii…
Başından savmak istiyor ya, başardı da, bulaşmıycam… 1-1 berabereyiz:)))
Şimddiii, hamur yoğurulacak kap alınır. Biraz su ısıtılıp, kuru maya bir güzel eritilir. Dur suyunu az koyayım da deli gibi hamur olmasın. Hıh pek güzel oldu. Biraz da un koyalım, bir fiske de tuz.. Yoğur yoğur yoğur.. Elime yapıştı. O zaman biraz daha un.
“Anneeee, bunun kıvamı nasıl olacak?”
“Kulak memesi yumuşaklığında”
Allahım kulak mememi seviyorum. Yani bir kıvam, ancak ve ancak insan vücudundan bir uzuvla bu şekilde anlatılabilir. Yani kulak memesi deyip geçmeyin. Ya olmasaydı biz yemekleri, börek çörekleri nasıl yapardık. Perişan olurduk valla…
Neyse un du suydu derken, ve unlu bir kulak memesi eşliğinde (kıvam ancak dokunarak anlaşılabilir) hamuru yoğurdum.
“Anneeeeee… Geeeellll… Bir tanesini sen yap hem göreyim hem de resmini çekeyim, bak seni meşhur edeceğim. Uçan Kuş artık senin peşinde koşacak, artık seyreden değil seyredilen olacaksın, gel kız gelll…”
“Zevzek seni, konuşmada bak şimdi: İlk önce hamuru pazılara ayıracaksın. Bir avuç kadar pazı yeterli olur. Ondan sonra pazının bir tanesini alıp, güzelce açacaksın. Bir fırın tepsisi büyüklüğünde olacak”
“Ya anne, biz bunu mayaladık ama mayanın gelmesini beklemeyecek miyiz?”
“Hayır, burada ki amaç gözlemenin yumuşak olmasını sağlamak. Zaten pişirirken o hafif hafif mayalanır”
“Hımmm, anladım…”
“Hamuru açtıktan sonra bir güzel her tarafını yağlayacaksın. Sonra bohça şeklinde katlayacaksın. Ancak her katladığın tarafı tekrar tekrar yağlayacaksın”
“Oooo, anne ya, bu deli gibi yağ oldu ne biçim kilo yapar haberin var mı?”
“Sanki az yağlandığında az kilo yapar dimi. Yanında şekersiz çay iç bir şey olmaz…”
Stand-up cı annem benim… 2-1 annem önde…
“Hamuru bohça gibi kapattıktan sonra tekrar açacaksın. Biraz öncekinden daha küçük bir yuvarlak yaptıktan sonra içi koyup, katlayıp, kızgın teflon tavaya atacaksın. Ahhh, ahhh asıl bunu sac üstünde yapacaksın… Altına odun atacaksın çıtır çıtır yanarken, sacın üstünde bir güzel pişecek ki tadını işte o zaman gör sen… Şimdi doğalgaz üzerinde, teflon da pişirmeye çalış bunu… Her şey yok oldu bizim zamanımızda biz şöyle yapardık, böyle olurdu, dır dır dır dır vır vır vır…”
“Tamam tamam öğrendim ben yaparım artık, hadi byeeee sana”
Eveeett, ilk önce pazı alınır. Tezgah bir parça unlanır ve hamur açılmaya başlanır. Aaaa, oklovaya yapıştı bu hamur… Ya bırak, ayrıl… Ayrılsanaaaaa… Cık… İyi tamam panik yok. Yeniden başla. Oklovadan sıyır hamuru bir güzel yuvarlat. Ayyy pek güzel oluyor, Top gibi sanki… Tekrar açmaya başla… Birazcık aç, un serp, birazcık daha aç tekrar un serp, biraz daha aç, unla…
Salondan bir ses: “Ayçaaaaaaaa, çok unlamaaaa hamuruuuuu!!!”
Ya bu ne yaaaaaaa…
Kamera mı var mutfaktaaaa….
Bu annelerin her şeyi bilmesi gerekiyor muuuuu…
Bu nedir böyle yaaaaaa…
Küçüklüğümden beri bu kadından gizli bir iş yapamadım.
Sanki doğduğumda içime bir çip yerleştirmiş, her hareketimi takip ediyor.
Yıllar yılı bir şey yaparken “Acaba annem beni izliyor mu” korkusunu içinde yaşadım.
Uzun süre erkek arkadaşımla elele bile tutuşamadım ben yaaaa…
İlk kez okulu astığımda 5 dakika eve geç gitmiştim ve annem, “seni bugün Kızılay’da görmüşler” demişti.
10 dakika şok içinde kalıp “ama ama ama ben, anne, hık mık” yapıp ağlamıştım. Yıllar sonra annem itiraf etmişti, “Bildiğimden değil, sadece deneme yapmıştım, sen de dökülmüştün” diye:)))
Neyse, ağzı burnu bir tarafa giden hamurumu açıp, içine malzemesini yerleştirip kapattım. Ama yarım ay şekilde olmadı ki bu hamur. Kare desem değil, dikdörtgen değil, beşgen, altıgen piramit, silindir… Hiçbir geometrik şekle benzemiyor… Eeee ne olacak şimdi??? Hemen bir beyin fırtınası daha… Bir bıçak alınır… Kenarlarında ki fazlalıklar güzelcene kesilir ve yüce kadın Anne çağırılır… Hava atacağım ya, güya yaptım ya…
“Anneee, gel bak gell, biricik kızın ne kadar marifetli”
“Hımmm aferim, ellerine sağlık, o kestiğin parçaları atma da onlardan bir tane de boş gözleme yap bari”…
Yaaaaaaaaaaaaaaaaaa….. Bu anneler her şeyi bilmek zorundalar mıııııııııııı……………
2 Eylül 2008 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder